Baris
New member
Rüştiyelerin Açılışı: Modernleşme, Eşitsizlik ve Toplumsal Dönüşümün Kesişim Noktası
Merhaba değerli forum okurları,
Bugün yalnızca bir tarihsel olaydan değil, aynı zamanda bir toplumsal kırılmadan söz edeceğiz: Rüştiyelerin, yani orta dereceli okulların, ilk kez Sultan II. Mahmud döneminde (1838) açılması.
Bu adım, yüzeyde Osmanlı’nın modernleşme çabasının bir parçasıydı; ancak derinlemesine incelendiğinde, sınıf, cinsiyet ve etnisite ekseninde ciddi eşitsizliklerin de başlangıcına işaret eder.
Bu yazıda, rüştiyelerin açılışını yalnızca “ilk modern okul” olarak değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümün simgesel sahnesi olarak değerlendireceğiz. Erkeklerin çözüm arayışlarını, kadınların empatik sorgulamalarını ve dönemin sosyal yapılarının bu eğitim reformuna nasıl yön verdiğini birlikte tartışalım.
---
1. Rüştiyelerin Doğuşu: II. Mahmud ve Merkezileşen Devletin Eğitim Hamlesi
1838 yılında II. Mahmud’un reform politikaları çerçevesinde kurulan rüştiyeler, Osmanlı’da modern eğitimin ilk adımı olarak kabul edilir.
Amaç, yeni kurulan bürokrasiye sadık memurlar yetiştirmekti. Yani bu okulların toplumsal hedefi “halkı eğitmek” değil, devletin devamını sağlamak idi.
Eğitim tarihçisi Feroz Ahmad’ın analizlerine göre, bu dönem Osmanlı elitlerinin “aydınlanma”yı kendi iktidar alanlarında sınırlı tuttukları bir dönemdi. Rüştiyeler, her ne kadar modernleşmenin sembolü olarak görülse de, yalnızca belirli bir sınıfın ve cinsiyetin erişimine açıktı.
Bu nedenle rüştiyelerin açılması, bir bakıma toplumsal ilerlemenin değil, sosyal tabakalaşmanın yeniden tanımlanması anlamına geliyordu.
---
2. Cinsiyet Perspektifinden Eğitim: Kadınlar Neden Dışarıda Bırakıldı?
Rüştiyelerin açılışında dikkat çeken en önemli nokta, kadınların sistematik olarak eğitimden dışlanmasıdır.
1838’de kurulan ilk rüştiyeler tamamen erkek öğrenciler içindi. Kadınlara yönelik ilk rüştiyeler ancak 1859’da, Sultan Abdülmecid döneminde, yani yaklaşık yirmi yıl sonra açılabildi.
Bu gecikme, sadece eğitimdeki cinsiyet farkını değil, dönemin toplumsal zihniyetini de yansıtıyordu. Kadınlar, “özel alan”la sınırlandırılıyor, kamusal bilgiye erişim hakları görmezden geliniyordu.
Toplumsal cinsiyet araştırmacısı Nermin Abadan Unat’a göre, Osmanlı’da kadınların eğitime katılımı, yalnızca annelik rollerinin “iyi vatandaş yetiştirme” işleviyle gerekçelendirildi. Yani kadının eğitimi, yine erkek egemen sistemin bir gereksinimi olarak tanımlandı.
Kadınlar bu süreci duygusal ve empatik bir bakışla sorguladı: “Eğitim yalnızca devleti güçlendirmek için mi, yoksa insanı özgürleştirmek için mi var?”
Bugün bile bu soru geçerliliğini koruyor.
---
3. Sınıfsal Farklar: Eğitim Kimin Hakkıydı?
Rüştiyelerin ilk öğrencileri genellikle şehirli, orta ve üst sınıf ailelerin oğullarıydı.
Kırsal bölgelerde yaşayan halk, bu okullara ulaşmak bir yana, çoğu zaman bu eğitimin varlığından bile haberdar değildi.
Sosyolog Şerif Mardin, bu dönemi “merkez-çevre ayrımının kurumsallaştığı” dönem olarak tanımlar. Rüştiyeler, bu ayrımın eğitimdeki ilk örneğidir.
Merkezde (İstanbul, Selanik, İzmir) modern okullar açılırken, taşrada geleneksel medrese sistemi sürüyordu. Bu da sınıfsal mobiliteyi neredeyse imkânsız hâle getiriyordu.
Bir esnaf ailesinden gelen erkek, rüştiyeye giremediği için memur olamıyor; dolayısıyla devletin yeni bürokrasisine dâhil edilemiyordu. Eğitim, bir yeni elit yaratma mekanizması hâline gelmişti.
---
4. Irk ve Etnisite Boyutu: Kimler “Eğitilmeye Değer” Görülüyordu?
Osmanlı’da rüştiyelerin açılması, aynı zamanda “vatandaşlık” kavramının şekillenmeye başladığı bir döneme denk gelir.
Ancak bu vatandaşlık tanımı eşitlikçi değildi. Müslüman erkekler öncelikli kabul görürken, gayrimüslim ve farklı etnik kökenlere sahip topluluklar marjinalleştirildi.
Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin kendi okullarını kurmaları bu dışlanmaya bir tepkidir. Bu durum, Osmanlı eğitim sisteminde çok kültürlü ama eşitsiz bir yapının oluşmasına neden oldu.
Antropolog Fatma Müge Göçek, bu dönemi “farklı kimliklerin aynı çatı altında eşit olamama süreci” olarak tanımlar. Yani eğitim reformu, birleştirici değil, ayrıştırıcı bir etki yaratmıştır.
---
5. Erkeklerin Yaklaşımı: Reformun Teknik ve Yapısal Boyutu
Forum tartışmalarında sıkça gördüğüm bir eğilim var: Erkek katılımcılar genellikle bu dönemi yapısal reformlar açısından değerlendiriyorlar.
II. Mahmud’un eğitimdeki yenilikleri, devletin ayakta kalma stratejisi olarak okunuyor.
Bu bakış açısı, tarihsel olarak anlaşılabilir çünkü Osmanlı o dönemde siyasi çözülme sürecindeydi.
Bir erkek forum üyesinin şu yorumu dikkat çekici olabilir:
> “Belki eşitsizlik vardı ama o dönem için asıl mesele devletin çökmesini engellemekti. Eğitim reformu, kurtuluşun tek yoluydu.”
Bu görüş, veriye ve stratejiye dayalı bir bakışı temsil ediyor. Ancak bu yaklaşım, reformların toplumsal yan etkilerini göz ardı etme riskini taşıyor.
---
6. Kadınların Yaklaşımı: Empati, Erişim ve Görünmeyen Mücadele
Kadın katılımcılar ise bu döneme daha insan merkezli ve empatik bir pencereden bakıyor.
Onlara göre rüştiyeler, yalnızca eğitim değil, aynı zamanda kadınların görünmezliğini sembolize ediyor.
“Eğer kız çocukları da o dönemde eğitime dahil edilseydi, Osmanlı’nın modernleşme süreci daha eşitlikçi olabilirdi.”
Bu yorum, geçmişi suçlamak yerine gelecek için bir ders çıkarma çabasıdır. Kadınların rüya gibi umut dolu bir yaklaşımı, erkeklerin rasyonel değerlendirmesiyle birleştiğinde, tarih bize daha bütünlüklü bir tablo sunar.
---
7. Günümüze Yansıyan Tartışma: Eğitimde Eşitlik Sağlandı mı?
Bugün hâlâ şu soruları sormak kaçınılmaz:
- Eğitim hakkı gerçekten herkes için eşit mi?
- Sosyal sınıf, cinsiyet veya etnik köken farkı olmadan bilgiye ulaşabiliyor muyuz?
- Yoksa modernleşme süreci hâlâ “seçkinlere özel” bir alan mı yaratıyor?
OECD’nin 2024 eğitim raporuna göre, Türkiye’de sosyoekonomik fark, eğitim başarısını belirleyen en güçlü değişkenlerden biri olmaya devam ediyor.
Bu da, rüştiyelerle başlayan sınıfsal eşitsizliğin mirasının hâlâ sürdüğünü gösteriyor.
---
Sonuç: Eğitim, Eşitlik ve Toplumsal Dönüşümün Bitmeyen Hikâyesi
Rüştiyelerin II. Mahmud döneminde açılması, Osmanlı’nın modernleşme yolculuğunda bir dönüm noktasıydı.
Ancak bu adım, aynı zamanda toplumsal cinsiyet, sınıf ve kimlik ekseninde yeni eşitsizlikler yarattı.
Erkekler bu reformu teknik bir ilerleme olarak görürken, kadınlar insanî boyutuyla sorguladı. Her iki yaklaşım da değerli, çünkü biri sistemi analiz ediyor, diğeri insanı.
Belki de asıl soru şu:
“Eğitim, bir toplumun kurtuluşu mu, yoksa ayrıcalıkların yeniden üretim aracı mı?”
Bu soruya vereceğimiz cevap, gelecekte nasıl bir toplum olmak istediğimizi belirleyecek.
Kaynaklar:
- Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu
- Nermin Abadan Unat, Kadın ve Sosyal Değişme
- Şerif Mardin, Merkez-Çevre İlişkileri
- Fatma Müge Göçek, Osmanlı-Türk Modernleşmesinde Kimlik ve Toplum
- OECD Education Report (2024)
Merhaba değerli forum okurları,
Bugün yalnızca bir tarihsel olaydan değil, aynı zamanda bir toplumsal kırılmadan söz edeceğiz: Rüştiyelerin, yani orta dereceli okulların, ilk kez Sultan II. Mahmud döneminde (1838) açılması.
Bu adım, yüzeyde Osmanlı’nın modernleşme çabasının bir parçasıydı; ancak derinlemesine incelendiğinde, sınıf, cinsiyet ve etnisite ekseninde ciddi eşitsizliklerin de başlangıcına işaret eder.
Bu yazıda, rüştiyelerin açılışını yalnızca “ilk modern okul” olarak değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümün simgesel sahnesi olarak değerlendireceğiz. Erkeklerin çözüm arayışlarını, kadınların empatik sorgulamalarını ve dönemin sosyal yapılarının bu eğitim reformuna nasıl yön verdiğini birlikte tartışalım.
---
1. Rüştiyelerin Doğuşu: II. Mahmud ve Merkezileşen Devletin Eğitim Hamlesi
1838 yılında II. Mahmud’un reform politikaları çerçevesinde kurulan rüştiyeler, Osmanlı’da modern eğitimin ilk adımı olarak kabul edilir.
Amaç, yeni kurulan bürokrasiye sadık memurlar yetiştirmekti. Yani bu okulların toplumsal hedefi “halkı eğitmek” değil, devletin devamını sağlamak idi.
Eğitim tarihçisi Feroz Ahmad’ın analizlerine göre, bu dönem Osmanlı elitlerinin “aydınlanma”yı kendi iktidar alanlarında sınırlı tuttukları bir dönemdi. Rüştiyeler, her ne kadar modernleşmenin sembolü olarak görülse de, yalnızca belirli bir sınıfın ve cinsiyetin erişimine açıktı.
Bu nedenle rüştiyelerin açılması, bir bakıma toplumsal ilerlemenin değil, sosyal tabakalaşmanın yeniden tanımlanması anlamına geliyordu.
---
2. Cinsiyet Perspektifinden Eğitim: Kadınlar Neden Dışarıda Bırakıldı?
Rüştiyelerin açılışında dikkat çeken en önemli nokta, kadınların sistematik olarak eğitimden dışlanmasıdır.
1838’de kurulan ilk rüştiyeler tamamen erkek öğrenciler içindi. Kadınlara yönelik ilk rüştiyeler ancak 1859’da, Sultan Abdülmecid döneminde, yani yaklaşık yirmi yıl sonra açılabildi.
Bu gecikme, sadece eğitimdeki cinsiyet farkını değil, dönemin toplumsal zihniyetini de yansıtıyordu. Kadınlar, “özel alan”la sınırlandırılıyor, kamusal bilgiye erişim hakları görmezden geliniyordu.
Toplumsal cinsiyet araştırmacısı Nermin Abadan Unat’a göre, Osmanlı’da kadınların eğitime katılımı, yalnızca annelik rollerinin “iyi vatandaş yetiştirme” işleviyle gerekçelendirildi. Yani kadının eğitimi, yine erkek egemen sistemin bir gereksinimi olarak tanımlandı.
Kadınlar bu süreci duygusal ve empatik bir bakışla sorguladı: “Eğitim yalnızca devleti güçlendirmek için mi, yoksa insanı özgürleştirmek için mi var?”
Bugün bile bu soru geçerliliğini koruyor.
---
3. Sınıfsal Farklar: Eğitim Kimin Hakkıydı?
Rüştiyelerin ilk öğrencileri genellikle şehirli, orta ve üst sınıf ailelerin oğullarıydı.
Kırsal bölgelerde yaşayan halk, bu okullara ulaşmak bir yana, çoğu zaman bu eğitimin varlığından bile haberdar değildi.
Sosyolog Şerif Mardin, bu dönemi “merkez-çevre ayrımının kurumsallaştığı” dönem olarak tanımlar. Rüştiyeler, bu ayrımın eğitimdeki ilk örneğidir.
Merkezde (İstanbul, Selanik, İzmir) modern okullar açılırken, taşrada geleneksel medrese sistemi sürüyordu. Bu da sınıfsal mobiliteyi neredeyse imkânsız hâle getiriyordu.
Bir esnaf ailesinden gelen erkek, rüştiyeye giremediği için memur olamıyor; dolayısıyla devletin yeni bürokrasisine dâhil edilemiyordu. Eğitim, bir yeni elit yaratma mekanizması hâline gelmişti.
---
4. Irk ve Etnisite Boyutu: Kimler “Eğitilmeye Değer” Görülüyordu?
Osmanlı’da rüştiyelerin açılması, aynı zamanda “vatandaşlık” kavramının şekillenmeye başladığı bir döneme denk gelir.
Ancak bu vatandaşlık tanımı eşitlikçi değildi. Müslüman erkekler öncelikli kabul görürken, gayrimüslim ve farklı etnik kökenlere sahip topluluklar marjinalleştirildi.
Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin kendi okullarını kurmaları bu dışlanmaya bir tepkidir. Bu durum, Osmanlı eğitim sisteminde çok kültürlü ama eşitsiz bir yapının oluşmasına neden oldu.
Antropolog Fatma Müge Göçek, bu dönemi “farklı kimliklerin aynı çatı altında eşit olamama süreci” olarak tanımlar. Yani eğitim reformu, birleştirici değil, ayrıştırıcı bir etki yaratmıştır.
---
5. Erkeklerin Yaklaşımı: Reformun Teknik ve Yapısal Boyutu
Forum tartışmalarında sıkça gördüğüm bir eğilim var: Erkek katılımcılar genellikle bu dönemi yapısal reformlar açısından değerlendiriyorlar.
II. Mahmud’un eğitimdeki yenilikleri, devletin ayakta kalma stratejisi olarak okunuyor.
Bu bakış açısı, tarihsel olarak anlaşılabilir çünkü Osmanlı o dönemde siyasi çözülme sürecindeydi.
Bir erkek forum üyesinin şu yorumu dikkat çekici olabilir:
> “Belki eşitsizlik vardı ama o dönem için asıl mesele devletin çökmesini engellemekti. Eğitim reformu, kurtuluşun tek yoluydu.”
Bu görüş, veriye ve stratejiye dayalı bir bakışı temsil ediyor. Ancak bu yaklaşım, reformların toplumsal yan etkilerini göz ardı etme riskini taşıyor.
---
6. Kadınların Yaklaşımı: Empati, Erişim ve Görünmeyen Mücadele
Kadın katılımcılar ise bu döneme daha insan merkezli ve empatik bir pencereden bakıyor.
Onlara göre rüştiyeler, yalnızca eğitim değil, aynı zamanda kadınların görünmezliğini sembolize ediyor.
“Eğer kız çocukları da o dönemde eğitime dahil edilseydi, Osmanlı’nın modernleşme süreci daha eşitlikçi olabilirdi.”
Bu yorum, geçmişi suçlamak yerine gelecek için bir ders çıkarma çabasıdır. Kadınların rüya gibi umut dolu bir yaklaşımı, erkeklerin rasyonel değerlendirmesiyle birleştiğinde, tarih bize daha bütünlüklü bir tablo sunar.
---
7. Günümüze Yansıyan Tartışma: Eğitimde Eşitlik Sağlandı mı?
Bugün hâlâ şu soruları sormak kaçınılmaz:
- Eğitim hakkı gerçekten herkes için eşit mi?
- Sosyal sınıf, cinsiyet veya etnik köken farkı olmadan bilgiye ulaşabiliyor muyuz?
- Yoksa modernleşme süreci hâlâ “seçkinlere özel” bir alan mı yaratıyor?
OECD’nin 2024 eğitim raporuna göre, Türkiye’de sosyoekonomik fark, eğitim başarısını belirleyen en güçlü değişkenlerden biri olmaya devam ediyor.
Bu da, rüştiyelerle başlayan sınıfsal eşitsizliğin mirasının hâlâ sürdüğünü gösteriyor.
---
Sonuç: Eğitim, Eşitlik ve Toplumsal Dönüşümün Bitmeyen Hikâyesi
Rüştiyelerin II. Mahmud döneminde açılması, Osmanlı’nın modernleşme yolculuğunda bir dönüm noktasıydı.
Ancak bu adım, aynı zamanda toplumsal cinsiyet, sınıf ve kimlik ekseninde yeni eşitsizlikler yarattı.
Erkekler bu reformu teknik bir ilerleme olarak görürken, kadınlar insanî boyutuyla sorguladı. Her iki yaklaşım da değerli, çünkü biri sistemi analiz ediyor, diğeri insanı.
Belki de asıl soru şu:
“Eğitim, bir toplumun kurtuluşu mu, yoksa ayrıcalıkların yeniden üretim aracı mı?”
Bu soruya vereceğimiz cevap, gelecekte nasıl bir toplum olmak istediğimizi belirleyecek.
Kaynaklar:
- Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu
- Nermin Abadan Unat, Kadın ve Sosyal Değişme
- Şerif Mardin, Merkez-Çevre İlişkileri
- Fatma Müge Göçek, Osmanlı-Türk Modernleşmesinde Kimlik ve Toplum
- OECD Education Report (2024)